Siyonizm‘in Kudurmuş Köpek Stratejisi


"İsrail kudurmuş bir köpek gibi olmalı,
kimsenin dokunamayacağı kadar tehlikeli."
Moşe Dayan
Giriş
Siyonizm‘in mantığını, amaçlarını, hedeflerini, politikasını ve stratejisini anlamadan Siyonizm‘e karşı mücadele etmek yanlış bir yaklaşım tarzıdır. Bu nedenle Siyonizm‘in iman esasları olan Siyonizm‘in amentüsünü öncelikle ele aldık. Siyonist strateji bu amentü üzerine bina edilmiştir. Siyonizm‘in amentüsü Siyonizm‘in amaçlarını ve hedeflerini ortaya koymaktadır. Siyonist Strateji de amaçlara ulaşabilmenin yol haritasını çizmektedir.
Burada Siyonizm‘in kullandığı değişik taktik ve stratejiler üzerinde durulacaktır.
Taktik ve Strateji
Genel olarak strateji, arzulanan amaca ulaşabilmek için zaman, mekan gibi değişik faktörleri ve düşman/rakip kuvvetlerin durumunu, uluslararası durumu, bölgesel ve küresel güçleri, kamuoyunu göz önüne alarak minimum zarar maksimum fayda/kâr temelinde birbiri ile uyumlu ve eş güdüm içerisinde tüm kuvvetlerin (dost kuvvetler dahil)/imkanların, sevk ve idare edilmesi ilim, plan ve sanatı olarak tanımlanabilir. Strateji çare bulma ilim ve sanatıdır. Belirlenen amaca nasıl ulaşılacağının yol haritasıdır. O imkânsızı mümkün kılmakla uğraşır.
Strateji nihai amaçla ilgilenir. Bu amacı elde etmek için yığınla ara amaç, hedefin elde edilmesi için mücadele verilmek durumunda kalınır. Bir taraftan bu birbirinden ayrı mücadeleleri/çarpışmaları düzenlemek ve yönetmek, öte taraftan bunları ana amaç doğrultusunda koordine etmek gerekmektedir. Burada içi içe iki faaliyet söz konusudur. Birincisi taktik ikincisi ise strateji olarak adlandırılmaktadır. Taktik ara hedeflerle uğraşırken strateji ana hedefle uğraşır. Taktik belli bir mücadele alanı ile ilgilenirken strateji bütün mücadele alanları ile uğraşır. Taktikte lider/komutan içinde bulunduğu anın, belli bir durumun gereklerini yerine getirmek zorundadır. Strateji ise sadece o anla değil gelecekle de uğraşır, uğraşmak zorundadır. Strateji sadece o andaki çatıştığı kuvvetlerle değil gelecekte de çatışabileceği yeni kuvvetleri, güçleri hesaplamak durumundadır. Taktikte hızlı değişim olurken stratejide her şey çok daha yavaş hareket eder. Bu açıdan taktikte daha belirginlik varken stratejide çok daha fazla belirsizlik vardır. Siz bir şeyler düşünüyorsunuz, rakipleriniz ya da düşmanlarınız da bir şeyler düşünüyor. Siz onun o da sizin düşünmediğinizi/düşünemediğinizi düşünebilir. Ana mesele rakiplerinizin ne düşündüğünü ya da ne düşünebileceğini düşünmek/düşünebilmektir. Buna karşılık da sizin ne düşündüğünüzü ya da düşünebileceğinizi düşünmesine imkan vermemek önemlidir. Bu açıdan strateji yığınla belirsizlikle karşı karşıyadır. Stratejide alternatifler geliştirmek ve şartların değişimine bağlı olarak alternatifleri devreye sokmak zorunluluktur.
Aynı stratejik safhada taktikler birbirine zıt şekiller alabilir. Taktik daha hızlı değişirken strateji daha durağandır. Burada en çok dikkat edilmesi gereken nokta, birbirinden ayrı hatta bağımsız gibi gözüken mücadele alanlarının, mücadelelerin, arka planda stratejide bir bütün ve bileşke kuvvet oluşturmuş olmasıdır.
Strateji, mücadelenin yerini, zamanını ve gerekli kuvvet miktarını tayin ederek mücadeleyi ana amacın gerçekleşmesi istikametinde sevk ve idare eder.
‘Kudurmuş Köpek‘ Stratejisi
Yol boyu Siyonist önderlerin ana amacı, Yahudilerin birinci sınıf geri kalanların ikinci sınıf ve Yahudi‘nin kölesi olduğu bir dünyayı kurmaktır. Asırlar boyu Siyonist önderler, bu amaca uygun bir stratejiyi uygulayıp gelmişlerdir. Yol boyu görünürde tezat teşkil eden ve fakat stratejik olarak kendi içerisinde tutarlı olan politikalar uygulamışlardır.
Dünya hakimiyeti için her ülkede faaliyet gösterirlerken öncelikli hedefleri, Filistin‘de bir İsrail devletinin kurulabilmesi ve de korunabilmesi olmuştur. Siyonizm‘in amentüsünde yer alan ‘Vaad edilmiş toprakları‘ ele geçirmek için zamana yayılan ve kademeli bir geçişi esas alan bir strateji belirlenmiştir. Basel Kongresi‘nde çizilen programa yol boyu hep sadık kalınmıştır. Bu programın uygulanabilmesi için öngörülen stratejinin temeli, korku, şiddet ve dehşet salma üzerine bina edilmiştir. Siyonist stratejide, Moşe Dayan‘ın öngördüğü: "İsrail kudurmuş bir köpek gibi olmalı, kimsenin dokunamayacağı kadar tehlikeli." (1) ana ilke olarak benimsenmiştir. Bu yaklaşımla herkese verilmek istenen mesaj şudur:"Bir Daha Asla Denemeyin."
Bu ‘Kudurmuş Köpek‘ psikolojisini, Başbakan Yardımcısı Avigdor Lieberman, 2009 yılı Ocak ayında, Gazze olayları için kullandığı ifadelerde de görebilmekteyiz:
"İsrail Hamas‘la mücadelesinde ABD‘nin İkinci Dünya Savaşı‘nda Japonlara uyguladığı yönteme başvurmalıdır." (2)
İsrail eski genelkurmay başkanı Rafael Eytan‘ın konuşmalarında ‘Kudurmuş Köpek Stratejisi‘nin dayandığı vahşet boyutunu okumak mümkündür:
"Siz iyi yürekli, yumuşak huylu insanlar şunu iyi bilin ki Adolf Hitler‘in gaz odaları bile birer cennet sarayıdır... Topraklara yerleşmeyi tamamladığımızda, bütün Arapların yapabilecekleri tek şey, şişenin içindeki ilaç yemiş hamam böcekleri gibi panik halinde bir oraya bir buraya koşturmak olacaktır." (3)
Şubat 2010‘da "aşırı sağcı" Reut Enstitüsü, İsrail ordusu ve hükümetine sunduğu "Politik bir duvar yaratmak" başlıklı özel raporda öngörülen taktikler, kullanılan ifadeler, ‘kudurmuş Köpek gibi olmanın‘ ne anlama geldiğini açıklamaktadır. Rapor İsrail‘in "düşmanlar"ını iki ana sınıfa ayırmaktadır:
"1. Direniş şebekesi: İran, Hizbullah, Hamas...
2. Gayrimeşrulaştırma şebekesi: Batılı solcular, insan hakları grupları, Arap ve Müslümanlar. Gazze ablukasını, işgali protesto edenler, Filistinliye eşit hak isteyenler." (4)
Raporda ikinci gruptaki düşmanların(ki tümü sivillerden oluşmaktadır) askeri ve istihbarat yöntemleri ile susturulmaları öngörülmektedir:
"Barışçı insan hakları savunucuları"na karşı gizli servisler ve silahlı kuvvetler aracılığıyla sabotaj ve saldırılar düzenlenmeli. İsrail, bunları ülke dışında da sindirmek için gizli servis kullanmalı." (4)
2009 yılında İsrail‘in ‘Dökme Kurşun‘ operasyonu ile Gazze fosfor bombası kullanılarak günlerce bombalanmıştır. Uluslararası antlaşmalara aykırı bir şekilde Gazze‘de, yasak olan silahların kullanılmış olmasının, Uluslararası sularda Mavi Marmara Yardım gemisine saldırıp vahşice sivilleri öldürmesinin sebebi ‘Kudurmuş köpek‘ gibi olmaktır.
Siyonizm‘in Temel Strateji Ve Taktikleri
Siyonizm‘in amentüsünü esas alan ‘Kudurmuş Köpek Stratejisi‘nin dayandığı esasları, genel olarak aşağıda ki gibi özetleyebiliriz:
*Irkçı ve dini temellere dayalı bir iç politika
*Devamlı korku ve tehdit altında olmaya dayalı iç politika
*İki yönlü göç ettirme politikası: Yahudilerin İsrail‘e göç ettirilmesi, Yahudi olmayanların da Filistin topraklarından göç ettirilmesi,
*"Büyük İsrail‘in" gerçekleşmesine yönelik sürekli genişlemeyi esas alan bir dış politika,
*Savaşı ve devlet terörizmini esas alan bir strateji,
*Yalan ve aldatmaya dayalı bir psikolojik savaş,
*Her ülkede legal ve illegal örgütlenme ve lobicilik ile yönetimler üzerinde baskı oluşturmak ve yönlendirmek,
*Antisemitizm üzerinden yürütülen bir politika,
*Makyavelist yaklaşım: Hedefe varmada her şey mubah,
*Kolektif cezalandırma: Sivil asker, suçlu suçsuz ayırımı yapmama,
*Şantaj ve menfaat ile satın alarak işbirlikçi ihdas et veya yok et,
*Zamana yayma, alıştırma ve unutturma politikası,
*Bölge ülkelerini bölmeye, parçalamaya ve yok etmeye dönük kaos politikası.
İki yönlü göç ettirme politikası: Yahudilerin İsrail‘e göç ettirilmesi, Yahudi olmayanların da Filistin topraklarından göç ettirilmesi,
Siyonist kadronun ön gördüğü stratejide önce Filistin‘de tutunmak ve bir mekan elde etmek gerekiyordu. Bu amaçla Filistin‘de bir Yahudi topluluğunun meydana getirilebilmesi için dört eksenli bir politika uygulamışlardır:
*Yahudilerin Filistin‘e göç etmesi,
*Yerli Arapların Filistin‘den göç ettirilmesi,
Filistin‘de parayla yer alınması,
*Yerli Arapların arazilerinin imha ve işgal edilmesi.
1920 yılında Londra‘da toplanan Siyonist kongre, önce Filistin‘e göçün hızlandırılabilmesini, böylelikle demografik yapının değiştirilmesini ön görmüştür. Bu amaçla ‘Filistin‘de ki Yahudi olmayan topluluklarla barış içerisinde bir arada yaşamayı‘ kamuoyuna beyan ederek, bir taraftan Filistin‘den toprak alınmasını kolaylaştırmayı ve hızlandırmayı; diğer taraftan da Araplarla işbirliği içerisinde olan İngiltere ve Fransa gibi devletlere güvence vermeyi hedeflemişlerdir. Ancak bu bildirge sadece kağıt üzerinde kalmış, fakat Siyonistlere zaman kazandırmıştır.
Arazı satın alıp göç işini organize edebilmek için de ‘Yahudi ulusal fonunu‘ kurmuşlardır. Gerek bildirge gerekse fon, ön görülen tedrici bir stratejinin birer parçasıydı:
"Yahudi göçü ve Siyonist Örgüt tarafından denetlenen bir ulusal fonlar sistemi çerçevesinde gerçekleşecek toprak alımı yoluyla tedrici olarak işgal edilecekti. Filistin‘deki Yahudi olmayan topluluklarla barış içinde yaşama konusundaki konferansın kararı, bu planlı olarak ele geçirme programı ışığında değerlendirilmelidir" (5).
1939 yılında ise David Ben Gurion, ‘Yahudi göçünün hızlandırılması ve Yahudilerin ellerindeki toprakların genişletilmesinin öncelikli bir ana politika olarak benimsenmesinde‘ aşırı ısrarcı olmuştur (6).
Siyonistlerin göç olayında aceleci ve ısrarcı olmalarının, bunu çok öncelemelerinin nedeni, Yahudilerin yaşadıkları ülkelerde güvenlik sorunu yaşamış olmalarından dolayı değildi. Yahudi toplulukların yaşadıkları ülkelerde güvenlik içerisinde olup olmamaları onları genellikle ilgilendirmemekteydi. Ancak güvenliklerinin olmaması, Siyonistlerin göçü hızlandırma politikasıyla örtüşmekteydi. Amaç, yersiz yurtsuz Yahudilere yalnızca bir toprak parçası aramak da değildi. Ana amaç, bir Siyonist Yahudi devletini Filistin‘de kurmaktı. Filistin‘de Siyonist Yahudi devletinin kurulması dışındaki arayışlar, ‘tehlikeli akıntılar‘ olarak kabul edilmekteydi. Siyonist önderlerden Weizmann, Yahudi göçündeki ana amacın gözden kaçırılmamasına dikkat çekmektedir:
"Biz, bu akıntıyı yönlendirmek ve onun bizi hedefimizden başka yerlere alıp götürmesine izin vermemek için elimizden geleni yapmalıyız(6)
Siyonist önderlerin önceliği, Yahudilerin kurtarılması olmadığı gibi dünyanın başka bir yerinde kurulabilecek bir İsrail devleti de değildi. Onların önceliği, Filistin‘de bir İsrail devleti kurmaktı. ‘Vaad Edilmiş Topraklar‘ varsayımına uygun olan buydu. Nitekim İsrail devletinin ilk yöneticisi olan Ben Gurion, 7 Aralık 1938‘de, "Labour" Siyonistlerinin önünde bu politikayı açık bir şekilde seslendirmiştir:
"Eğer bilsem ki hepsini İngiltere‘ye götürerek bütün Almanya (Yahudi) çocuklarının tamamını kurtaracağım ve İsrail Toprağı‘na götürerek de ancak yarısını kurtaracağım, ben ikinci çözümü tercih ederimZira bizler yalnızca bu çocukların hayatını değil, İsrail halkının tarihini de düşünmek zorundayız." (7)
Bu politika, tüm Siyonist yöneticiler tarafından benimsenip tatbik edilmiştir. Yahudi Ajansı‘nın Kurtarma Komitesinin Memorandumunda bu politikanın uygulanmasındaki kararlılığı görmek mümkündür:
"Siyonist‘in görevi, Avrupa‘da bulunan İsrailoğulları‘nın "geri kalanını" kurtarmak değil, aksine Yahudi halkı için İsrail‘in toprağını kurtarmaktır." (7)
"Yahudi Ajansı‘nın yöneticileri, şu hususta mutabık kalmışlardı: Kurtarılabilecek olan azınlık, Filistin‘deki Siyonist plânın ihtiyaçları göz önünde bulundurularak seçilmeliydi.(7)
"... Bize ihtiyacı olan herkese, her birinin niteliklerini hesaba katmadan yardım etmeli miyiz? Bu harekete Siyonist millî bir nitelik vermemeli ve İsrail toprağı ve Yahudilik için yararlı olabilecekleri öncelikle kurtarmaya çalışmamalı mıyız? Soruyu bu şekilde sormanın gaddarca olduğunu biliyorum, fakat maalesef açıkça ortaya koymalıyız ki, eğer biz 50 bin kişi arasından ülkenin inşasına ve millî Rönesans katkıda bulunabilecek 10 bin kişi ile bizim için bir yük veya daha doğrusu ölü bir yük haline gelecek olan bir milyon Yahudi arasında tercih yapacak olursak, -yüzüstü bırakılan milyonların ithamlarına ve çağrılarına rağmen- bizler kurtarılabilecek olan bu 10 bini kurtarmalı ve bunlarla sınırlı kalmalıyız." (7)
"Siyonizm her şeyden önce gelir" şiarına sıkı sıkıya bağlı olan Siyonist İzak Gruenbaum, 18 Ocak 1943‘te, Avrupalı Yahudilere para yardımı yapmanın ihanet olduğu inancındaydı:
"Onlar benim Yahudi düşmanı olduğumu, Sürgün‘deki insanları kurtarmak istemediğimi, benim "a warm yiddish heart" taşımadığımı söyleyecekler. [....] Bırakalım istediklerini söylesinler. Ben Yahudi Ajansı‘ndan Avrupa Yahudiliği‘ne yardım için ne 300 bin ne de 100 bin Sterlin vermesini isteyeceğim. Ve ben bu tür şeylerin yapılmasını isteyen kimsenin Yahudi düşmanı (antisiyonist) bir davranış sergilediğini düşünüyorum." (7)
İsaiah Trunk‘ın Judenrat adlı kitabında, II Cihan savaşında Yahudilerin yüzde ellisinin kurtarılmamasının müsebbibi olarak Yahudi konseyleri gösterilmektedir:
"Freudiger‘in hesaplamalarına bakılırsa, eğer Yahudi Konseyleri‘nin talimatları dikkate alınmamış olsaydı, Yahudilerin yüzde ellisi kurtarılabilecekti(7).
Bunu teyit eden ilginç bir olay da Kudüs‘teki Eichmann Davası‘nda, Başsavcı Haim Cohen‘in Nazilerle işbirliği yapan, Kastner‘i savunmasıdır:
"Eğer sizin felsefenizle örtüşmüyorsa, Kastner‘i eleştirebilirsiniz... Fakat bunun işbirliği ile ne alâkası var?... Bizim Siyonist geleneğimizde, Filistin‘e göçü düzenlemek için her zaman seçkin bir zümreyi ayırmak olagelmiştir... Kastner de bunun dışında bir şey yapmamıştır."(7)
Diğer taraftan S.S Patria Gemisi olayıamacın yersiz yurtsuz Yahudilere dünyanın herhangi bir bölgesinde güvenle yaşayacakları bir yer bulmak olmadığını göstermektedir. 1940‘ta, Hitler‘in tehdidi altındaki Yahudileri Maurice Adası‘na kabul ederek, onları kurtarmaya karar vermiş olan İngiltere‘yi Filistin‘e göçe zorlamak için, bu Yahudileri taşıyan Patria adlı Fransız yük gemisine, 25 Aralık 1940‘ta Hayfa limanında, Ben Gurion önderliğindeki "Haganah" Siyonistleri tarafından sabotaj yapılmıştır. 252 Yahudi ve geminin İngiliz mürettebatı ölmüştür. Bu olay üzerine İngiltere, geriye kalanlar Yahudilerin Filistin‘de yerleşmesine müsaade etmek zorunda kalmıştır. (8)
Yahudi Göçü için Siyonist-Nazi ve Faşist İşbirliği
Yahudilerin Filistin‘e göçünün sağlanabilmesi için teşvik önemli bir parametre iken, korku diğer önemli bir parametre olmuştur. Siyonistler, Yahudilerin yaşadığı ülkelerde Yahudiler üzerine değişik provokasyonlarla baskıları yoğunlaştırıp Filistin‘e göç etmelerini sağlamayı bir politika olarak benimsemişlerdir. Rus çarının bir Yahudi genci tarafından öldürülmesi ile Rusya‘da uygulanan baskılar, göçün önemli bir nedeni olmuştur. Hitler, Siyonist önderler ve sermayedarlarla, savaş yıllarında, çok iyi diyalog içerinde olurken fakir Yahudilere zulm etmesinin bir amacı olmalıydı. (7) Hitler de Yahudileri Siyonist önderler gibi Avrupa‘nın dışına çıkarmak istiyordu. Bu anlamda bir mutabakat var olmuştur. Önde gelen Nazi teorisyenlerinden Alfred Rosenberg‘ın; "Alman Yahudilerinin her yıl belli bir kısmının Filistin‘e taşınması için Siyonizm ciddiyetle desteklenmelidir." demesi böyle bir mutabakatın var olduğunu göstermektedir. (7)
1935‘te, S.S. Güvenlik Örgütü başkanı olan Reinhardt Heydrich, S.S.‘in resmî organı Das Schwarze Korps‘ta "Görünmeyen Düşman" adlı makalesinde Siyonist olan Yahudilerin desteklenmesini savunmuştur:
"Yahudileri iki kategoriye ayırmalıyız: Siyonistler ve asimilasyon yanlıları. Siyonistler tavizsiz bir ırkçılık anlayışını savunuyor ve Filistin‘e göç yoluyla, kendi Yahudi devletlerinin kurulmasına yardım ediyorlar... Bizim iyi dileklerimiz ve resmî iyi niyetimiz bu kimselerden yanadır." (7)
Siyonistlerle Naziler arasında varılan gizli bir mutabakat nedeniyle Naziler tarafından Siyonist Yahudiler korunurken, Siyonist olmayan Yahudiler üzerinde baskı yoğunlaştırılmaktaydı. Bavyera Gestapo‘sunun 28 Ocak 1935‘te emniyet teşkilâtına gönderdiği genelge bu açıdan önemliydi:
"Siyonist teşkilâtın üyelerine, Filistin‘e göç konusundaki faaliyetlerinden ötürü, Alman (asimilasyoncu) Yahudi örgütlerinin üyelerine uygulanan mecburî sertlikle muamele edilmemelidirler." (7)
Nazi-Siyonist işbirliği 1941‘de doruk noktasına ulaşmıştı. Müttefikler tarafından Almanya‘ya uygulanan Ekonomik ambargo, Yahudilerin Filistin‘e göçünün kolaylaştırılması karşılığında Siyonistler tarafından delinmiştir. İzak Şamir‘in içerisinde bulunduğu Siyonistlerin en aşırı grubu olan "Lehi" (İsrail‘in Kurtuluş Savaşçıları), İngiltere‘ye karşı Nazi Almanya‘sıyla ittifak etmişlerdir.(7)
Siyonistler benzer şekilde İtalyan faşistleri ile de ilişki kurmuşlardır. Weizmann, Musolini ile 3 Ocak 1923‘te ve 17 Eylül 1926‘da iki kez görüşmüştür. Dünya Siyonist Teşkilâtı Başkanı Nahum Goldman, 26 Ekim 1927‘de, Musolini ile görüşme yapmış ve ondan "Bu Yahudi devletini kurmanızda size yardım edeceğim." tarzında bir destek almıştır. (9)
‘Yer Değiştirmiş Kişiler‘ ile görevli Haham Klaussner, 2 Mayıs 1948‘de, Amerikan Yahudi Konferansı‘na sunduğu raporda, Filistin‘e Göç için Yahudilere baskı uygulanmasını öngörmekteydi:
"İnsanları Filistin‘e gitmek için zorlamak gerektiği kanaatindeyim... Onlar için bir Amerikan doları hedeflerin en büyüğü olarak gözükmekte. "Zorlamak" kelimesiyle teklif ettiğim bir programı kastediyorum... Bu program daha önce ve çok yakınlarda işe yaradı. Polonya Yahudilerinin boşaltılmasında ve "Toplu Göç" tarihinde yararlı oldu...
Bu programı uygulamak için, "yer değiştirmiş kimseler"e konfor sağlamak yerine, onlar için mümkün olabilen en fazla konforsuzluğu icat etmek lâzım... Ardından da, Yahudileri hırpalamak için Haganah‘a başvuran bir yol izlemek gerek."(7)
Görüldüğü gibi Siyonistler, ne antifaşist ne de anti nazistirler. Onlar Makyavelistirler. Politikalarına, stratejilerine uygun gelen neyse o olur ve onu savunurlar. Bu açıdan hiçbir ahlakı ölçüleri yoktur. Bu anlayışı ilk olarak formüle eden Siyonizm‘in kurucusu olan Herzl‘dir:
"Bizler, düştüğümüz zaman, ihtilalci partinin maiyet memurları olan ‘ihtilalci proleterya‘ oluruz; yükseldiğimiz zaman ise, kesemizin korkunç kudreti de artar." (10)
Henry Ford ise Herzl‘in düşüncesini daha açık bir şekilde ifade eder:
"Yahudi, Yahudi olmayanın her şeyine düşmandır. O, içgüdülerine uyduğu zaman kraliyete karşı cumhuriyetçi; cumhuriyete karşı sosyalist ve sosyalizme karşı Bolşevik kesilir." (10)
Siyonistlerin gerek Musolini ve gerekse Hitler eliyle anti semitizmi canlı tutarak Yahudilerin Filistin‘e göçünü hızlandırmış olmaları böyle bir mantığın ürünüdür. Herzl, aynı mantıkla; "Antisemitler bizim en emin dostlarımız, antisemit ülkeler müttefiklerimiz haline gelecekler"(7) demiştir.
Bu göç politikasıyla Siyonistler, Filistin‘de ki demografik yapıyı değiştirmişlerdir:
*1880‘de Filistin‘deki 500 binlik nüfusun 25 bini Yahudi idi.
*1882‘den itibaren, Çarlık Rusya‘sının büyük kıyımlarının ardından yoğun göçler başlar. 1882‘den 1917‘ye kadar Filistin‘e 50 bin Yahudi gelir.
*Britanya‘nın 31 Aralık 1922‘de yaptırdığı sayımda, Filistin‘de 757 bin kişi yaşıyordu. Bunların 663 bini Arap (590 bini Müslüman Arap ve 73 bini Hıristiyan Arap) ve 83 bini Yahudi idi (yani: yüzde 88 Arap ve yüzde 11 Yahudi).
*1920-1929 arasında 99.806 Yahudi göç etti.
*1934 de 40.000 1935 de 62.000 kişilik bir göç gerçekleşti.
*1945‘ten önce yaklaşık 400 bin Yahudi, Hitler‘in Yahudi düşmanlığından ötürü, Almanya‘dan Filistin‘e göç etmiştir.
*1947‘de, İsrail devletinin kuruluş arifesinde, Filistin‘deki toplam 1 milyon 250 bin nüfusun 600 bini Yahudi idi. "( 6)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Muhyiddin-i Arabî Hazretleri’nin Hz. Mehdi as. Hakkındaki Görüşleri

Şuayb bin Salih temim (Horasanlı Seyyid) Kıyamı

Hz Mehdi as (Hatemul veli) hakkındaki ifşatlar (3)